BIST 9.563
DOLAR 32,52
EURO 34,89
ALTIN 2.486,36
HABER /  GÜNCEL

AK Parti ile cemaat arasındaki ipleri koparan olay!

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil, AK Parti ile Cemaat arasında yaşanan gerilimin nedenlerini açıkladı.

Abone ol

Gülen Cemaatinin Türkiye'deki kurumsal yapılarından birin olan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) Başkanı Mustafa Yeşil, AK Parti-Cemaat savaşıyla ilgili çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Cemaat ile hükümet arasındaki iplerin 2010 yılında gerilmeye başlandığını söyleyen Mustafa Yeşil, Başbakan cemaatten biat etmesini istediğini, cemaatin ise bu talebi reddettiğini söyledi. 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun cemaatin işi olmadığını söyleyen Yeşil, üstü kapalı olarak operasyonun AK Parti tarafından yaptırıldığını iddia etti.

UMUT YOK

Hükümet ile cemaat arasındaki gerilimin sona erip ermeyeceği yönündeki soruya ise Yeşil,"Umut yok" yanıtını verdi.

1994 yılında kurulan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV), Fethullah Gülen Cemaati’nin Türkiye’deki kurumsal yapılarından biri. Vakfın onursal başkanı Fethullah Gülen, GYV'nin kuruluş amacını web sayfasında, "Birlikte yaşama tecrübesinin yüzyıllar boyu ülkemizde yaşanmakta olduğu fikrinden hareketle, kültür ve inanç zenginliğimizin günümüze uyarlanarak dünyaya sunulmasına katkıda bulunmak" olarak belirtiyor. Yaygın kanaate göre Şubat 2012'de başlayan AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki çatışma günlerinde aynı yılın nisan ayında GYV de geleneğini bozarak açıklama yapmaya başladı. Vakıf o tarihten bu yana zaman zaman açıklama yaparak görüş bildiriyor. Gülen Cemaati’nin kurumsal temsilcisi olarak kabul edilen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı başkanı Mustafa Yeşil Al Jazeera Türk'te yayınlanan röportajında AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki kavgayı anlattı.

CEMAAT İLE AK PARTİ ARASINDAKİ KIRILMA NE ZAMAN OLDU?

Biz aslında esas sıkıntıları 2010 yılında hissetmeye başladık. Yani netice itibariyle siyasi parti sivil yapıları kendine göre özellikle muhafazakâr tabandaki sivil yapıları stabil etme anlayışı içerisinde onların oylarını garanti haline getirdiğini düşündü. Son olarak da hizmet ile de alâkalı, bu manada böyle bir beklentisinin olduğunu, tabii hizmetin bu manada bir siyasi partiye angaje olmayacağı, olmasının mümkün olmadığı, değişik vesilelerle medya diliyle ikili temaslarla zaman zaman Hocaefendi’nin o yaptığı açıklamalarla gündeme geldi. Mevcut bu sivil yapının diğer muhafazakâr tabanın veya diğer muhafazakâr camiadaki belli kesimlerin itaatine benzer bir itaat veya biat tabiri çerçevesi içerisine sığmadığını ve buna girmediğini görmesinin arkasından biz 2010 yılından sonra çok ciddi bir yıpranma sürecine girdiğimizi görüyoruz.

BAŞBAKAN CEMAATTEN BİAT MI İSTEDİ?

Tabii ki, tabii ki. Biz değişik vesilelerle, usûllerle bunun mümkün olamayacağını söyledik. Bu bir kelime, bir cümle değil. Bir uygulama, bir süreç, bir tarz, bir yaklaşım. Yani siz bunu değişik hamlelerle, hareketlerle yaşarsınız ve o hamle ve hareketlere karşı da siz bir mesafe koyarsınız.

MİT KRİZİ SONRASI YAPILAN AÇIKLAMA BİATIN REDDİ MİYDİ?

O açıklamanın en temel noktası budur. Yani bu açıklamalarla biz hiçbir zaman partinin programına angaje olmamızın mümkün olmadığını, doğru projeleri desteklediğimizi ve demokratik zeminde kaldığı sürece yürüyüşün destekleneceğini aksi halde yanlış projeler, hatalı değerlendirmeler karşısında da eleştiriler yapabileceğimizin altını çizmedir.

CEMAATE YIPRATMAK İÇİN NELER YAPILDI?

Yıpratma süreci içinde hatırlayacaksınız neler var; 'KCK operasyonlarını cemaat yaptı' iddiaları var. Halbuki KCK operasyonlarını biliyorsunuz Başbakan kalktı, çıktı “Bu operasyonların talimatını ben verdim” dedi. Onun arkasından Fenerbahçe yönetimini cemaat ele geçiriyor haberleri çıktı. MİT krizi meselesi hizmetin üzerine yıkıldı. Yani 2010 yılından sonra adeta her taşın altından cemaat çıkıyor algısını güçlendiren bir yıpratma sürecinin başladığını görüyoruz.

Hani Oslo sürecine karşı muhalefetin tepkisi diye. Hayır. Daha sonra bizzat Taha Akyol’un ağzından dinledim. Gittim savcı ile görüştüm diyor. Görüştüğümde, baktığımda diyor olayı bu kadar abartılı, bu kadar yüksek ülkü ve hedeflere bağlayarak hadiseyi kapatmaya çalışmanın bir esprisi, manası yok. Hadise Oslo süreci ile veya Kürt meselesinin çözümü yansıması gibi okumaya gerek yok. Ne oldu?

Adam şunu iddia ediyor:

150 -160’a yakın olay var. Bu olayın içerisinde adam sadece şunu öğrenmek istiyor: Bu olayların içerisinde MİT veya KCK elemanları iç içe girmiş; kaçırılmalar var, yaralamalar var, öldürmeler var diyor. Bunların hangisi MİT’in bilgisi altında, hangisi KCK’ya bağlı yapılanmalar veya çalışmalar bunun tefrik edilmesi gerekir diyor. Ben Taha Bey’den dinlediğim şeyi söylüyorum. Ben savcı ile bire bir görüşmedim. Dolayısıyla orada gördüğümüz mesele tamemen KCK ve MİT arasındaki bu girift ilişkilerin aydınlatılmasına dönük bir yaklaşım ve değerlendirme. Basit bir çıkarsamayla 'Cemaat, camia Kürt sorununun çözülmesine karşı' diye böyle basit ve düzayak çıkarsamalarda bulunmalar söz konusu oldu. Hatırlayın Fethullah Gülen Hocaefendi’nin o dönem Herkül.org’da açıklamaları oldu.

Dedi ki “Bu barış süreci desteklenmelidir. Bu süreç tamamlanmalıdır.” Sadece dikkat çektiği nokta:

“Devlet kendi izzetini koruyarak bütünlüğüne esas olarak her kesimle oturabilir konuşabilir, görüşebilir” noktasıydı.

mustafayesilmain.jpg

CEMAAT GÜNAH KEÇİSİ YAPILDI

Bunu daha sonra defalarca gördük. Nasılsa sesi çıkmıyor, siyasal aktör olmadığı için de parlamentoda bunu gündeme getiremiyor. Konuşsa da sesini duyuramıyor. Öyleyse onu günah keçisi olarak ilan edin. Sonra da güzellikler olursa da onları biz yapalım.

DERSHANELERİN KAPATILMASI KARARINDAN SONRA YAPILAN 17 ARALIK OPERASYONU TESADÜF MÜ?

Bir kere mevcut dershanelerin kapatılması süreci ki sizin bana gösterdiğiniz (5 Nisan 2012 tarihli Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı açıklaması) açıklamalarımızın olduğu dönemde benim Hüseyin Çelik ve Yalçın Akdoğan ile görüşmemiz olmuştu. Bunlara bu meseleyi sorduk. Dershanelerin kapatılması ile alakalı birtakım süreç vardı, bu mevzu ne oldu, diye.

Hüseyin Çelik Bey dedi ki:

“Böyle bir şey olamaz, bu mümkün değil daha önce Sayın Başbakan dershanelerin kapatılmasını gündem yapmıştı ama artık bu mesele söz konusu değil. Bu ülkede köklü bir eğitim revizyonu olmadan dershanelerin kapatılması söz konusu değil, bunu kafaya takmamak lazım” gibi bir mütalası olmuştu. Bu süreçten belli bir dönem sonra dershanelerin kapatılması ile alakalı bir taslağın hazırlandığını görüyoruz. Köşe yazılarında Hizmet'i, cemaati analiz eden yazılarda şu çok seslendirildi:

Siyasi parti olarak hizmetin bu mevcut kendine göre bağımsız duruşundan rahatsız olan siyasi yapı tamamen bunun tasfiyesi ve hareketin tamamen bertaraf edilmesi noktasında bir kararı vermişti.

Bu dershaneler üzerinden en büyük tahribatı yapmak sonra onun arkasını takip eden bir süreçte diğer birtakım prosüdürü devam ettirme. Kendilerine göre öyle inanmışlar. Hizmet'in finansal ve insan kaynağı olarak çok önemli olan kurumları dershanelerdir. Öncelikle küçültmeye, tabiri caizse had bildirmeye, boyun eğdirmeye dönük önemli bir hamle olabilecek adım atalım, dershaneleri kapatalım ve cemaati istediğimiz çizgiye bu şekilde çekebiliriz düşüncesi vardı.

DERSHANELER ÇOK MU ÖNEMLİ?

Hizmet'in her bir birimi ve kurumu büyük emeklerle, gözyaşlarıyla kurulduğu için bir kulübe bile olsa çok önemli. Niye? Çünkü orada yüzlerce insanın emeği var. Bunu da unutmamak lazım. Dershanecilik bu ülkede eğitimle birlikte ortaya çıkmış bir ihtiyaç. Siz eğitimle ilgili hiçbir şeyi çözmüyorsunuz, dershaneleri direk kapatalım diyorsunuz. Ondan sonra da diyorsunuz ki: "Biz bunu eğitim revizyonu kapsamında ele alıyoruz, halkımız buraya çok fazla para vermesin’’ gibi halka karşı söylenen sözle asıl niyet ve maksat farklı tabii.

HÜKÜMETLE TEMASINIZ OLDU MU?

Bu süreci gördüğümüz kadarıyla Başbakan ve etrafındaki 'azınlık grup' -bu tanımlama AK Parti’den ayrılan İdris Naim Şahin’e ait, onun tanımı- oligarşik bir grup sürdürüyor. Bakanlarla görüştüğümüzde biz bakanların birçoğunun dershane taslağından haberdar olmadığını gördük. Görüştüğümüz bakanlar da 'Başbakan bilerek bunu yapmaz' anlayışı ve kanaati içindeydi. Çünkü dershanelerin bir yönü ve bir ayağı, Türkiyenin en büyük ulusal markası olan Türk okullarının da öğretmen temin ve tedarikinde de önemli bir kaynak olması. Çünkü oradan mezun olan eğitim fakültesine giden öğrenciler, oradan yurtdışına okullara öğretmen olarak gidiyorlardı. Dershaneler önemli bir kaynak. Bunun baltalanabileceğini ve Türk okullarının bu noktada sıkıntı yaşamalarının mümkün olduğunu söylediğimizde birçok bakan 'Bu mümkün değil, göz göre göre büyük bir hatayı asla Başbakan yapmaz' dediler.

Başbakan’ın etrafındaki çekirdek kadroya, bakanların da ulaşamadığı bir durum var. Biz nereden ulaşacağız.

Cumhurbaşkanı ile bunların hepsini paylaştık. Hatta şunu söyleyeyim bu dershane süreci içerisinde Hocaefendi çok önemli bir teklif götürdü. Hocaefendi dedi ki; bu dershaneleri kapatmayın çünkü bunlar milletin kurumları eğer buradaki yöneticilerin Hizmet'e ait insanlar olmasından rahatsızsanız biz onları çekelim. Bu kurumları siz alın, istediğiniz insanları atayın.

17 ARALIK CEMAATİN HÜKÜMETE KARŞI BİR HAMLESİ MİYDİ?

Dershanecilikle ilgili bir hamle yapıldı. Belirli bir makul sürece gelmişti olay. Ben şimdi bakıyorum da 17 Aralık acaba bundan sonra yapılan ve takip edilen takvime, bugün gelinen noktaya baktığınız zaman yani insanın aklına bazen şu bile geliyor, acaba bu iradi bir hamle miydi ki, bunun arkasından bu kadar büyük ve köklü değişimler ve operasyonlar yaşandı?

17 ARALIK'I HÜKÜMET Mİ YAPTIRDI?

Hayır. Şunu diyorum arkadan yapılanlara baktığımda insanın aklına böyle bile gelebiliyor.

Dershanelerle alakalı süreçte biliyorsunuz yedi saat süren bir bakanlar kurulu toplantısında ‘’Bir yıl sonrasındaki süreçte değerlendirelim’’ kararı çıkmıştı. Normal süresi içinde tekrar müzakereler olur, makul dönem olabilir anlayışı düşünüldü. Şimdi bu süreçle bunun birbiriyle bağlantılı tutulmasının bir kere Hizmet'in bu manadaki beklentisi açısından ters. Neden diyeceksiniz? Hâlâ daha yargıdaki, emniyetteki birilerinin dediği gibi ispatlanamamış otonom yapı üzerinden iş tanımlanmaya çalışılırsa bu dediğiniz mantık çok doğal. Zaten emniyette ekip var, yargıda ekip var. Eee dolayısıyla burada dershanelerle alakalı bu adamların canı sıkıldı, bu ekip niye boş dursun, bunlar da atak yaptı. Bu çok düz bir mantık. 2010 yılından bu yana hazırlanan zihni hazırlığın çok tabii vardığı bir neticedir bu: A eşittir B, B eşittir C ise üçüncü önerme çok tabii çıkar, o da A eşittir C.

Dershanelerle ilgili o süreç oldu. 17 Aralık ondan sonra oldu. Bir yıl uzatma oldu hatta.

Şu var. Eski hale göre bir ümit verici durum çıktı ortaya, bir yıllık süre içinde tekrar görüşülür, müzakere edilirdi.

SÜRE UZATILSAYDI..

Bu bir yıllık süre uzatılabildiyse, tekrar görüşülür, konuşulurdu. Çünkü Bülent Arınç ile ikili görüştüğümüz zaman da “Ya arkadaşlar yani bu süreç daha genişletilebilir, bakın bu adım oldu, bu süre içerisinde bu adımı iyi değerlendirelim” demişti. Yani bu bir noktada kesin çıkan ani kapatma kararı karşısında en azından diyaloglarla da farklı bir sürece evrilebilirdi.

Bizim niye işimize gelsin ki.

CEMAAT BÜROKRASİ VE YARGIDA ÖRGÜTLÜ MÜ?

Her şeyden önce bu bir yakıştırma. Hizmet'in sivil kanadı var, Hizmet'in bilmem ne kanadı var. Bir kere bunların hepsi algıda başarılı olan kesimlerin ürettiği, kurguladığı meseleler. Bizi yıpratma süreci esnasında üretilen algılardan bir tanesi. Bürokraside özellikle yargıda ve emniyette Hizmet'in ağırlıklı yapılanması üzerine bir anlayış ve algı oluşturulmaya çalışıldı. Tabii bunun üzerine birtakım icraat ve birtakım değerlendirmelerin bu anlayışın üzerine bina edildiğini görüyoruz.

CEMAAT KİME OY VERDİ?

Çok farklı partilere oy verildi. CHP’ye, MHP’ye, Saadet Partisi’ne, Büyük Birlik Partisi’ne oy verenler oldu. Geçen günlerde birisi iyi bir analiz yapmış artan oylar, yani bu yerel seçimlerde partilerin artan oyları açısından bakıldığında muhalefet partilerinde yaklaşık iki buçuk, üç milyona yakın oy artmaları olmuş. AK Parti’ye de oy verenler olmuştur. Onu da söyleyeyim. Çok ciddi oranda gittiğini tahmin etmiyorum. Blok olarak CHP'ye yönelme olmadı.

HÜKÜMETLE UZLAŞI OLUR MU?

Uzlaşma ve barışın olması için her iki tarafın da buna niyetli olması gerekir.

Bu ülkenin huzuru, sulhu ama neyle, hukuk ve demokratik çerçevede kalma şartıyla, ne gerekiyorsa ben Hizmet'in buna hazır olduğunu düşünüyorum. Hocaefendi’nin Cumhurbaşkanı’na yazdığı mektubun içeriğini okursanız orada bütün kodları göreceksiniz. Bu ülkede demokratik ve hukuk çerçevesinde kalma kaydıyla biz bu ülkenin huzur ve sulhu adına atılacak bütün adımların hepsinde Hizmet'in kendi üstüne düşeni yapacağından kimsenin endişesi olmasın.

AK PARTİ'NİN YAKLAŞIMI UMUT VERİYOR MU?

Hayır. Ben netice itibariyle hakkı temsil etmeyenlerin yalan ve iftira üzerine anlayış ve zihniyetini kuranların kaybedeceğini düşünüyorum.

Zaman zaman bir araya geldiğimizde zaman zaman mütalaalar, müzakereler olduğunu görüyorum. Bazı yerlerde dozu kaçırdıklarını ifade ediyorlar. Keşke şu olmasaydı, dediklerine şahit oluyorum. Ama bunlar nelerdir, hangi noktada, hangi meselede bu tarzda değerlendirmeler yapılıyor bilmiyorum. Yani bazen şu haber keşke çıkmasaydı, şu haber böyle verilmeseydi dediğimiz oluyor, bunların hepsi mümkün. Yani şöyle bir şey mümkün değil, biz hatasızız, kusursusuz, eksiksiziz. Bir kere bu bizim temel inanç akidelerimizle doğru orantılı değil. Herkes hata yapar. Fakat şu var Efendimizin Hadis-i Şerifi’dir:

“Herkes hata yapar hata yapanların en hayırlısı hatasından hemen dönen ve vazgeçendir.”