BIST 8.798
DOLAR 32,34
EURO 35,09
ALTIN 2.239,30

Ahmet Kaya’dan Mehmet Ali Alabora’ya Türkiye

Ahmet Kaya’ya gözyaşı döken iktidar mensupları bu günlerde bazı aydınlara “vatan hanini” diyerek Ahmet Kaya’ya yapılanları yapıyor.

Ümit Kıvanç’ın çektiği “Uçurtmam Tellere Takıldı” adlı Ahmet Kaya belgeselini izledim.

Ahmet Kaya yaklaşık 15-20 yıl boyunca her konserinde, her TV programında mealen şunları söylüyor:

“Demokrat, dürüst, ve bağımsız bir ülke istiyoruz. Ülkemizin birliği, bütünlüğü, yücelmesi için herkesin özgür ve eşit yaşadığı bir ülke hayal ediyorum.

Ülkemizi bölmek isteyenler karşılarında bizi bulurlar.”

Hiç abartmıyorum. Bütün konuşmalarının ana teması: Demokrasi, eşitlik, dürüstlük, bağımsızlık, kardeşlik...

Bir konuşmasında başörtülülere yapılan baskıyı kınıyor, bir başka konuşmasında Kürtlere yapılan baskıyı. Haksızlığa uğrayan herkesin sözcülüğünü yapıyor.

Derken, bu ülkeye sunduğu kıymetli eserler nedeniyle bir ödüle layık görülüyor.

İşte o ödülünü alırken şöyle bir cümle söylüyor: “Kürt kökenli olduğum için yeni albümüme bir de Kürtçe şarkı koydum ve bir klip çektim. Bu ülkede bu klibi yayınlayacak yürekli insanların olduğunu da biliyorum.“

Bu cümle üzerine Serdar Ortaç, Reha Muhtar önderliğinde dönemin popüler fanatikleri Ahmet Kaya’yı o salonda vahşice protesto ettiler.

Ardından dönemin medyası ve devlet Ahmet Kaya’yı “hain” ilan etti. 

Ahmet Kaya yurtdışına gitmek zorunda kaldı.

Peki her konserinde onun için ölüp biten toplum? Onlar hiç ortalıkta yoktu.

Hayranları bile, bu genç, temiz ve açık yürekli sanatçının yanında durmadı.

Sonu malum…

***

2002’ye kadar ülkede dindarlar üzerinde ciddi baskılar vardı.

Başörtüsü yasakları, İmam hatiplere koyulan engeller, Kuran kursları basıp dindarları “irticacı” diyerek gözaltına almalar…

Bu dönemde dindarların hakkını, özgürlüğünü savunan aydınlar, yazarlar sanatçılar vardı.

Demokrat olmak bunu gerektiriyordu. Demokrasi istemek herkese eşitlik ve özgürlük istemekti.

“Demokrasi” dedikleri için baskıcı ve ayrımcı devleti eleştiriyorlardı.

Başörtüsüne serbestliği savunan aydınlar, dindarlar arasında bir kahraman muamelesi görüyorlardı.

Mesela Ahmet Altan, Nuray Mert, Cengiz Çandar, Mehmet Altan, İhsan Dağı, akademisyen Mustafa Erdoğan, Amberin Zaman, Mehmet Ali Alabora bunlardan bazılarıydı.

Şimdilerde bu kişiler, dindarların gözünde birer vatan haini.

O dönemin medyasının Ahmet Kaya’ya yaptığını günümüz medyası şimdi bu insanlara yapıyor.

İktidarın baskıcı ve dışlayıcı tavrını eleştirdikleri için, birçoğu işini kaybetti.  Getirdikleri her itiraz ve eleştiri aynen Ahmet Kaya’ya yapıldığı gibi “Vatan haini bunlar” denilerek değersizleştiriliyor.

Meydanlarda linç ediliyor, hapse atılmakla tehdit ediliyorlar.

Peki bu yazarları bir zamanlar baş tacı eden, evlerinde ağırlayan toplum?

Onlardan yine ses yok.

***

Geçtiğimiz günlerde TV’de şöyle dedim:

“Hepimiz barış istiyoruz. Türkiye’nin Kürtlerle olan sorununu bir an önce çözmesi gerek. Herkese eşitlik ve özgürlük en temel amacımız olmalı. Bu sorunları süratlice çözüp işimize bakmalıyız.

Fakat barış süreci yürümüyor. Sadece konuşuyoruz. İki taraf da masada oturarak işlerini yürütüyor.

Hükumet seçim hesabıyla, gerekli adımları atmıyor. PKK da bundan faydalanarak doğuda defakto bir durum yaratıyor.

İş adamlarından haraç topluyor. Mahkemeler kurmuş.  Bir ilin mülkü amiri aradı, öyle şeyler anlattı ki kanınız donar. Bu sorunu bir an önce çözmezsek iç savaşa doğru gidiyoruz.”

***

Yaptığım bu konuşmadan dolayı Akit gazetesi yazarlarından Ali İhsan Karahasanoğlu beni devlete şikayet etmiş. Polisi göreve çağırıyor. 

İftira attığımı, yalan söylediğimi ileri sürüyor. Konuştuğum TV’nin patronunu tehdit ediyor.

Halbuki kendisi de gazeteci. Bölgeye iki muhabir gönderse, bunların gerçek mi yalan mı olduğunu anlayacak.

Fakat fanatizm ve güç şımarıklığı gözünü kör etmiş. Bunu sorgulayacak ne ahlakı ne de zekası var. 

Yıllarca ayrımcılığı, çatışmayı, fanatizmi yayın politikası olarak benimsemiş bir gazete beni savaş taraftarı gösteriyor.

Akit gazetesinin adını duymak bile benim için fazlasıyla rahatsız edici. Fakat bir meseleye dikkatinizi çekmek için bu konuya değinmem gerekti.

Tüm bunları niçin anlattım?

Ahmet Kaya’nın yaşadıklarının üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmiş.

Dünya değişiyor. Teknoloji ilerliyor. Bizim de değişip gelişmemiz gerek.

Fakat bizde hiçbir şey olmuyor. Yerimizde sayıyoruz. Ne kültürümüz artıyor, ne aramızdaki bağ güçleniyor.

Ne konuşmayı, anlaşmayı öğrendik, ne de diyalog kurmayı.

İktidara kim gelirse gelsin, sadece kimlikler değişiyor.

Sorunlarımız da bakış açımız da aynı kalıyor.

Geçmişte Ahmet Kaya’ya yapılanları ve o zaman Ahmet Kaya’yı sözüm ona “sevenlerin” halini görünce içimi bir umutsuzluk kapladı.

Bir ülke bunca yıldır hiç mi değişmez.

Mazlumken demokrat ve merhametli, güçlüyken diktatör ve gaddar olmak sanırım değişmez bir prosedür, kural olmuş.

Ahmet Kaya’ya gözyaşı döken iktidar mensupları bu günlerde bazı aydınlara “vatan hanini” diyerek Ahmet Kaya’ya yapılanları yapıyor.

Mehmet Ali Alabora’ya sözlerinden dolayı etmediklerini bırakmadılar. Ülkeyi terk etti. 

Sanırım biz toplum olarak konuşmayı, anlaşmayı bilmiyoruz.

Birbirimizi anlamıyoruz. Sorunumuzun ne olduğunu kavrayamıyoruz.

Bir başkasıyla diyalog kuracak kadar bile insanlığımız yok.

Ne karşımızdakinin söylediklerini anlayacak zekamız, ne de o sözlerden faydalanmamızı sağlayacak iyi niyetimiz var.

Doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayıracak akla ne yazık ki sahip değiliz.

Bunun için manipüle edilmekten bir türlü kurtulamıyoruz.

Sırtımıza binenler bizi istedikleri istikamete sürüyor. 

Hiç birimiz “Bir dakika peki onlar ne diyor?” sorusunu soracak kadar medeni değiliz.

Hiç birimiz “Yahu bu adam veya kadın ne dedi de linç ediyorlar?” diyecek ahlakı gösteremiyoruz.

Sorunlarımız üzerinde düşünmüyoruz. Sloganlarla yaşıyoruz.  Mutluluğu hamasette buluyoruz.

Dünyadaki yerimizi görüp bundan hicap duyacak bilince sahip değiliz.

Ancak başkasına iftirayla, hakaretle, aşağılamayla, ötekileştirmeyle varlığımızı koruyabiliyoruz.

Ötekini eleştirirken gösterdiğimiz cesaretin onda birini bizden olanı eleştirmede gösteremiyoruz.

Toplum olarak ideolojik fanatikliğe, kişisel çıkarlarımıza, kendi adamımızı kayırmaya koşullanmış bir şekilde hareket etmekten kurtulamıyoruz.

İkide bir insanları hedef gösteriyoruz. Vurun! Linç edin! Kovun! Mahvedin!..

Tehditle karşımızdakini sindiriyoruz.

İdeolojik zaferi, kendi çevremizin kıytırık mal kapma yarışını, manevi güçlerin yardımıyla gelen bir ödül filan zannediyoruz.

İdeolojik çıkarları hayatın odağına koyduğumuzdan, hep birlikte insan gibi yaşamanın ne olduğunu bir türlü fark edemiyoruz.

Aynı dili konuşuyoruz, ama farklı görüşten insanlarla diyalog kurmaktan aciziz.

Aynı kültürden geliyoruz, ama herkes birbirine Fransız kalıyor.

Aynı ülkede yaşıyoruz ama bizim gibi düşünmeyenleri “vatan haini” deyip kovmaktan zerre kadar utanmıyoruz.

Türkiye’de her dönem; konuşmayı, anlaşmayı, anlamayı bilmeyen insanların oylarını alanlar, iktidar oluyor.

Ve bizler de çöplük gibi bir ülkede yaşayarak hayatlarımızı heba ediyoruz.

Bakalım bu çöplükte daha kaç nesil heba olacak?  Twitter.com/acikcenk