BIST 9.525
DOLAR 32,51
EURO 34,75
ALTIN 2.489,02

Adım adım Karadeniz turu (1)

İnternethaber seyahat uzmanı ve tatilin ayaklı google'u Alper Tekbaş, adım adım arşınladığı Karadeniz gezisini kaleme aldı...

Uzun zamandır uçakla gidip geldiğim tatil yörelerine bir nokta koyup çoktur buram buram burnumda tüten Karadeniz'e bu kez kara yolculuğuyla seyahate karar verdim.

Kültür turları deyince ilk akla gelen köklü firmalardan İrem Tur Kültür Müdürü dostum Yakup Yılmaz'ı arayarak rezervasyonu yaptırmamla yola çıkmam bir oldu. 3 Temmuz Cumartesi akşamı Kadıköy Evlendirme Dairesi'nin önünden saat 23.00'de bindiğim ve yaklaşık 3 bin 400 kilometre sürecek olan yolculuk serüvenim böylece başlamış oldu. Otobüsün kapısında beni karşılayan dost insan Sait Bayram oldu.Bana ayrılan koltuğu yerleştirdiğimde uzun yolların tecrübeli kaptanı Bilal Çalışkan'la kısa süreli sohbetten sonra aracımız İstanbul'dan hareket ederek TEM yoluna girmişti bile...



DÜZCE'DE SESLİ DÜŞÜNEN GARSON
 
Seyahatimizin ilk etabında Düzce ile Bolu arasında Tursan tesislerinde mola verdik. Uykusuzluğumu gidermek için gittiğim lokantada garsona bir çay ısmarladım. Ben çayımı yudumlarken yanımda belirli belirsiz mırıldanan garson dikkatimi çekince ona döndüm ve ne konuştuğunu sorduğumda verdiği yanıt ilginçti:

Hiç kendi kendime konuşuyorum işte!

Aldığım cevap karşısında bir an tereddüt ettikten sonra ona usulca, kendi kendine konuşmanın düşünceyi geliştireceğini salık vererek otobüse hareket ettim. Son yolcunun da otobüse binmesinin ardından kapıları kapatan Bilal Kaptan, gaza basarak yola devam etti.
 
OSMANCIK'TA SABAH KAHVALTISI
 
Yolcuların kimi hemen uyurken bazıları bir sağa bir sağa dönerek bir parça uyuyabilmenin derdine düştü birkaç kişi de inadına gece boyunca yolu seyretmesi yorgun gözlerimden kaçmıyordu. Sabah güneşi bizi Çorum'un Osmancık ilçesinde karşıladı. Girdiğimiz tesislerde güzelim ezogelin çorbası ve ardından içilen bir bardak demli çay beni kendime getirmeye yetmişti bile. Osmancık'ın ardından doğanın bereketli davrandığı Suluova'nın ardından Amasya'ya vardık. Anadolu’nun kadim kentlerinden Amasya'nın güzelliği karşısında uykudan ve yorgunluktan eser kalmadı dersek abartmış olmayız.


 
FERHAT BİR ZAMANLAR DELMİŞ DİYORLAR
 
Yolculuğumuzun ilk kültür durağı Ferhat ile Şirin efsanesine konu olan aslında Doğu Roma imparatorluğunun su kanallarında gezerek başladık. Güneş iyiden iyiye etkisini arttırmaya başladığı sabahın bu saatlerinde bir zamanlar Orhan Gencebay'ın unutulmaz parçalarından olan "Ferhat bir zamanlar delmiş diyorlar, dağ bir değil delemeyiz" mısralarını birden mırıldanırken buldum kendimi. Buralarda dolaşırken Ferhat'ın dağları delip delmediğinin çok da öneminin olmadığı asıl olanın efsanenin çağları delerek günümüze ulaştığını düşünerek otobüsteki yerimi aldım. Şehzadelere ev sahipliği yapmış Amasya'da sırasıyla II. Beyazıt  Külliyesi, Saat Kulesi, Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Burma Minareli Camii'ne göz atarak yolumuza devam ettik.


 
TÜRK İSLAM KÜLTÜRÜNDE SIRA DIŞI BİR MÜZE
 
Birbirinden ilginç yapıların yer aldığı Amasya Etnografya Müzesi'nde en ilgi çekici bölümlerden birisinin de Mumyalar Müzesi olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Müslümanlığa geçerek 14. yy’da hüküm sürmüş Moğol kökenli İlhanlı dönemi şahsiyetlerinden Anadolu Nazırı Şehzade Cumudar, Amasya Emiri İşbuğa Noyin, İzzettin Mehmet Pervane Bey, hanımı, erkek ve kız çocuklarına ait mumyalar Amasya Müzesinde teşhir ediliyor. Normalde Türk İslam inancında pek rastlanılmayan mumyalama bir diğer deyişle tahnit adeti belki de bu özelliğiyle dünyada tek olma özelliğini koruduğunu belirtelim.
 


 
SU MEDENİYETİNE YAKIŞMAYAN BİR TABLO!
 
Müzeden çıkarak yol boyunca yürürken bir parça göz atma niyetiyle çay içme imkanı bulduğumuz Bimarhane ve Darüş-şifa'nın bunaltıcı sıcaklardaki serinliği ve dinginliği yorgunluğumuzu bir nebze giderdi. Kafilemizde bulunan bir çiftin görevlilerle tartışmasına kulak kesildiğimde duyduğum şeyler bir zamanların su medeniyeti olarak nitelendirilen Türklerin torunlarına hiç yakışmayan bir tabloyu ortaya koyuyordu. Evli çift kullandıkları tuvalette sabun bulunmamasına adeta isyan ediyor daha garibi ise konuştukları görevliler deyiş yerindeyse topu birbirine atıyordu...


 
ATATÜRK İLE SAİD-İ NURSİ YANYANA
 
Geleneksel Türk mimarisinin günümüze ulaşabilmiş en canlı örneklerinden Hazeranlar Konağı, geçmişteki ev yaşamıyla ilgili pek çok ayrıntıyı gözler önüne serer nitelikte. Hazeranlar Konağı'na girişinde sıralanan hediyelik eşya dükkanlarından birinde satışa sunulan Atatürk ile Said-i Nursi portrelerinin yan yana konulması ilginç bir tesadüfü oluşturuyordu...


 
AMASYA'YA VEDA SAMSUN'A MERHABA
 
Yeşilırmak'ta muhteşem geleneksel Türk konaklarına göz atarak geçtiğimiz zarif bir köprüden sonra otobüsümüze binerek Havza üzerinden Kurtuluş Savaşı'nın başkenti Samsun'a ulaştık. Kentin en kalabalık meydanında bulunan Atatürk heykelinde topluca fotoğraf çektirdikten sonra Samsun Etnografya Müzesi'nin serin ve loş salonlarında kısa bir ziyaret gerçekleştirdik.


 
BANDIRMA VAPURU: ASLI GİBİDİR
 
Müzenin ardında kısa bir otobüs yolculuğunda şehrin kıyısında bulunan parkta sergilenen Bandırma vapuru tarih kitaplarında gördüğümüz aslıyla hiçbir farkı yoktu. Güneşin tam anlamıyla hakimiyetini kurduğu öğle sıcağında bu şirin vapurun önce güvertesine ardından odalarına göz atarak kısa bir gezinti yaptık. Bandırma gemisinde her daim Atatürk'ün sevdiği şarkıların çalınıyor olması güzel bir uygulamayı ortaya koyuyordu.
 
KARADENİZ KENDİNİ GÖSTERİYOR


 
Samsun'dan bunaltıcı sıcağından otobüsümüzün klimalı ortamına kendimizi atarak yolculuğa devam ediyoruz. Artık Karadeniz yavaş yavaş yeşilliği ve dereleri ile kendisini hissettirmeye başlıyor. Sırasıyla Terme, Ünye ve Fatsa'nın ardından Ordu'nun küçük olduğu kadar şirin ilçesi olan Perşembe'ye merhaba diyoruz. Perşembe'de Dedeler Evi Oteli'nin güleç yüzlü personeli bizi karşılıyor. Bagajdan çıkardığımız bavulları otele yerleştirdikten sonra duşumuzu alarak akşam yemeği için restauranta iniyoruz.


 
KÖTÜ AŞÇI ONU MESLEK SAHİBİ YAPTI!
 
Dedeevi Oteli'nde yediğimiz birbirinden ilginç yemekler dikkatimizi çekiyor. Otelin işletmecisi Yavuz Tebeci'yle görüşme isteğimize anında olumlu yanıt alıyoruz. Aslen Samsun'lu olan Tebeci, aslında işletmeci olduğunu ancak belli bir zaman kaprisli aşçılarla çalıştığını söylüyor. Aşçılıkta iyice ustalaşan Yavuz ustaya kulak veriyoruz, "Aşçının iyisine denk gelmek şans işi. Adam meslekte çok iyi ancak o sorumluluğu taşıyamıyor. Burada turizme hizmet ediyor. Kimi zaman erken kalkmak, kimi zaman gece geç saatlere kadar çalışmak icap ediyor. Çoğu bu işe yanaşmıyor ve kapris yapıyor" Öteden beri aşçılığa meraklı olduğunu belirten Yavuz Tebeci, kendisini bir anda mutfakta buluyor. Bu işe ruhunu ve beynini veren Tebeci, bu sınavdan kısa zamanda usta bir aşçı olarak çıkıyor.
 
KARADENİZ FELAKETLERLE ANILMASIN!


 
Merkezi ısıtma, bahçe, tv odası, oyun odası, internet bağlantısı, çamaşırhane, ütü, kuru temizleme, resepsiyonda kasa, market, 24 saat oda servisi, jeneratör, telefonla doktor, ücretsiz otopark hizmeti veren Dedeler Evi Oteli'nde Yavuz ustanın kendi elleriyle pişirdiği Melevcan, Pazı, Hoşkıran, Galdirik, Laz patlıcanı gibi bölgeye has yemeklerin lezzeti gerçekten damakta bir başka tad bırakıyor. Medyaya özellikle çağrı yapan Yavuz Usta, bölgede yaşanan sel ve doğal afetlerde kullanılan dilin abartılmamasını rica ediyor. Yavuz usta, "Abartılı verilen haberler bölge turizmine darbe vuruyor" diye konuşuyor...

YAVRU CEYLANI BIRAK BOZTEPE’YE BAK!

Ertesi sabah Perşembe’nin biblo gibi otelinde alınan açık büfe kahvaltısının ardından Ordu’ya yaklaşıyoruz. Otobüsümüzle kent merkezinin 475 metre yükseklikteki Boztepe’ye tırmanırken rehberimiz Sait Bayram’ın muzipliği ile karşılaşıyoruz. Boztepe’deki son düzlüğe çıktığımız esnada sevgili Sait bizi soldaki ormanlık alanı göstererek dikkatli bakışla ceylan yavrularını görebileceğimizi söylüyor. Halbuki ortada ceylan falan yok! Bu güzelliği kaçırmamak isteyen kafilemiz rehberimizin aniden ‘şimdi sağa bakın’ sesiyle irkiliyor. Aman Tanrım! O da ne? Bir kentin harita gibi gözüktüğü bir başka yer var mı gerçekten bilemiyorum. Burada gördüğümüz manzara anlatılmaz; yaşanır. Boztepe’de denize doğru keyif çaylarımızı yudumlamamızın ardından yeniden yola koyuluyoruz. Şimdiki rotamız Harşit Vadisi üzerinden hayal gücümüzü süslendirecek bir doğa harikası: Karaca Mağarası…

KOŞAR ADIM GİDEN DERELERE KELEPÇE!
 
Yol boyunca Eynesil Kalesi’ni görüp şarkılara konu olan Gelivera Deresi’ni geçerek Harşit Vadisi’ne giriş yapıyoruz. Yol boyunca adeta koşar adım denize ulaşmaya çalışan derelerin üzerine vurulan kelepçe misali termik santralarını görünce içimiz burkuluyor. Burası hala çevrecilerin sıklıkla protestolarına yol açan yerler. Otobüsümüz yükseklik korkusu olanların camdan bakamadığı ve tüylerimizi ürperten yüksekliklerden ve keskin virajlardan bir gelin edasıyla süzülerek önce Kürtün ardından Gümüşhane’nin Torul ilçesine ulaşıyor. Bir zaman sonra yeniden tırmanışa geçerek 1980’lerde KTÜ’de okuyan bir öğrencinin keşfettiği ve ardından turizme açılan sarkıt ve dikitleriyle bir doğa harikası olan Karaca Mağarası’na geliyoruz.

AVATAR FİLMİYLE YARIŞACAK BİR MAĞARA

Otobüsümüzün bizi bıraktığı yerden kısa süren bir yürüyüşün ardından Karaca Mağarası’nın mağarasından içeri giriyoruz. İçeri girdiğimiz kendimizi apayrı bir dünyaya gelmiş gibi hissediyoruz. Karaca mağarasının serinliklerinde ilerlerken gördüğümüz manzara uzun zaman hafızalarımızdan silinmeyecek gibi. Mağara yetkilisi ‘herkesi kendi hayaliyle baş başa bırakıyorum’ sözü ne kadar gerçekçi! Ben geçtiğimiz sezon hasılat rekorları kıran Avatar filminin geçtiği yerlerle bu mağara arasında doğrudan bir ilişki kuruyorum. Rehberimizin dediği gibi herkesin hayali kendine!

İKLİMLERİ BİRBİRİNDEN AYIRAN BİR TÜNEL!

Mağaradaki muhteşem manzaranın etkisini ve serinliğini üzerimizde hissederek yeniden otobüse binerek Zigana Geçidi’ne hareket ediyoruz. Zigana’da geçtiğimiz tünel hem bölgeyi, hem de iklimi birbirinden ayırıyor. Çorak ve kayalık Gümüşhane sırtlarından girdiğimiz tünelin öteki ucundaki alabildiğine gür ormanlık ve yeşil bir bitki örtüsü bizi karşılıyor. Rehberimiz Sait Bayram bu esnada devreye giriyor ve senenin bazı mevsimlerinde tünelin Gümüşhane ucunda kar yağarken Maçka tarafında güneş açtığını söylüyor. Kısa zaman sonra Hamsi köyü yakınlarında bulunan Kardak Restaurant’ta öğle yemeğimiz yiyoruz. Yediğimiz taze etlerin ardından bölgeye has yapılan fırında sütlacın lezzeti unutulur gibi değil.

SİSLER İÇİNDE BİR GELİN: SÜMELA MANASTIRI

Otobüsümüz Zigana Geçidi’nden süzüle süzüle Maçka’ya iniyor. Maçka’dan meraklı bakışlarla etrafı seyredere geçiyor  ve Altındere Milli Parkı’na varıyoruz. Altındere parkı içine girdiğimizde yeşilin her tonunu görüp aynı yeşilliğe Sümela’dan bakma fırsatını bulamıyoruz. Zira günün bu saatlerinde Sümela’nın üstüne çöken sis bize bu fırsatı vermiyor. Ancak yine de sisler içinde bizi karşılayan Sümela bu haliyle de oldukça mistik ve görkemli. 1250 metre yükseklikte Sümela manastırının içinde bulunan kayanın oyularak inşa edilmiş olan tarihi kilisenin duvar ve tabanlarının günümüze ulaşan freskleri hala etkileyici ve büyüleyici…
 

DÖRT DÖRTLÜK BİR OTEL: BÜYÜK SÜMELA

Sümela’da bulunan Ayazma, Kaya Kilisesi, Su Kemerleri ve Kaya fresklerini gezdikten sonra Maçka’da bulunan dört dörtlük otele yerleşiyoruz. Hotel Büyük Sümela gerek aile işletmeciliğinin getirdiği sıcaklıkla, tecrübeli ve gerekse  güler yüzlü personeli ile tarihi ve doğanın keyfini davet eder nitelikte. Yorgunluğumuzu aldığımız duşlarla attıktan sonra indiğimiz otelin restaurantındaki yemek zenginliği büyük kentlerin büyük otelleriyle yarışır nitelikte olduğu dikkatlerden kaçmıyor…

FIRTINA DERESİ’NERÜZGAR GİBİ GİRİYORUZ

Büyük Sümela Oteli’nde aldığımız iştahlı bir kahvaltısının ardından sırasıyla Yomra, Arsin, araklı, Sürmene, Of, Güneyce ve İkizdere üzerinden ilk durağımız çayın başkenti Rize’ye varıyoruz. Rize’yi geçerek Çayeli’ne varıyor ve meşhur Rize bezlerinin üretildiği atölyeye; Kurular Rize Bezleri’nde alış veriş molası veriyoruz. İşletmenin sahiplerinden genç tekstil mühendisi İlyas Kuru, geçmişten günümüze Rize bezi hakkında bizi bilgilendiriyor. Alışverişimizi yaptıktan sonra Fırtına vadisine deyiş yerindeyse bir rüzgar gibi giriş yapıyoruz.


 
KIRMIZI BENEKLİ ALABALIK YEMENİN LEZZETİ

Uzun bir yolculuğun ardından midemizde alarm zilleri çalarken imdadımıza Fırtına deresinin kenarında kurulan Pınar Alabalık Tesisleri yetişiyor. Deniz ürünlerini dere ürünlerine tercih ettiğimi iyi bilen meslektaşım Sait bana kırmızı balığı şiddet ve hararetle tavsiye ediyor. Tüm isteksizliğime rağmen dost hatırına bırakın çiğ tavuğu çiğ balık bile yiyeceğimi bilen Sait kısa zamanda muradına eriyor ve masama gelen balığa gayet isteksiz çatalımı batırıyorum. Balığı ağzıma götürdüğümde böylesi bir lezzeti daha önce nasıl olup da tatmadığıma pişman oluyorum. Ağzımda dağılan kırmızı benekli alabalığın eşsiz tadı beni kısa zamanda ikinci bir siparişi vermeme yol açıyor. Balığın ardından aynı iştahla muhlama yemem ise işin cabası…

Not: Samsun'dan Sarp'a, Sarp'tan Sinop'a olan büyülü Karadeniz yolculuğun ikinci bölümünü yarın anlatacağım...