BIST 9.645
DOLAR 32,54
EURO 34,89
ALTIN 2.430,29

8 Günün Ardından Kazanan Kim?

*Dün ne yazık ki geçirdiğim soğuk algınlığı nedeniyle yazımı sizlerle paylaşamamıştım.

Gündem ise oldukça birikti.

İsrail-Filistin meselesinde “kazanın kim olduğu?” konusu herkesin konuştuğu bir mevzu haline geldi.  Ben de bugün bu konuya değinmek istiyorum.

İsrail, 8 gün süren saldırıların ardından ateşkesi kabul etti.

Ateşkes sonunda ise;

Kendi iç kamuoyuna vermek istediği mesajı iletti. Milliyetçi kesimlerin duygularını iyice besledi ve şarjı doldurdu.

Arap Devletleri yetkilileri ve Türkiye Dışişleri Bakanı Gazze’deyken, ağır saldırılarını kesmeyerek herkese yapabilecekleri konusunda gözdağı verdi. Ve “cesaretini” gösterdi.

Müslüman toplum ayağa kalktı, dünya liderleri yarım ağızla da olsa “savaş durmalı” dedi.

Fakat buna rağmen durmadı. Vurmaya devam etti. Yani, her zamanki gibi tüm dünyaya meydan okudu.

Kendi savunma emniyeti için tespit ettiği her bir güvenlik noktasını yeraltı ya da yerüstü, sivil ya da asker dinlemeyerek tek tek vurdu.

Tam ateşkes oldu diye sevinilirken, tekrar bir çalım attı. Elinde çocuk oyuncağı gibi oynadığı savaş topunu bir kez daha döndürdü. “Top istediğim sürece bende durur” dedi.

Ve ihtiyacı olanı almadan da ateşkes yapmadı.

Filistin cephesi ise;

Uzun bir aradan sonra yanında bu kadar destekçi gördü.

Kendisine sahip çıkıldığını hissetti.

Hamas, içte ve dışta siyasi meşruiyetini perçinledi.

En azından ateşkesle birlikte halk derin bir nefes aldı.

Peki ya Türkiye?

Uluslararası medya ve orada analizler yapan yazarlar müzakere sürecinde ısrarla Türkiye’yi görmezden geliyor. Zaten Mavi Marmara olayından sonra İsrail’le kopan diplomatik ilişkiler nedeniyle, Türkiye’nin “arabulucu aktör” olarak ortaya çıkmasını beklemek yanlış olurdu. Elbette, Türkiye bir adım geride kalabilir ama mühim olan bulunduğunuz basamağın birinci sırasında olan kişilere ne kadar uzakta olduğudur.

Bundan dolayı Türkiye için “tamamen sürecin dışarısında kaldı” demek çok haksız kalabilir. Türkiye’nin olaydaki iradesini, görüşmelere bizzat dışişleri bakanı düzeyinde katılım göstermesini ve sürecin yürütücülerinden biri olmasını görmezden gelmemek lazım. Eğer Türkiye, İsrail’le diplomatik olarak görüşüyor olsaydı bile, yine de başat aktör olmasını beklemek çok doğru olmazdı. Çünkü bu rolü kolay kolay kimse Türkiye’ye kaptırmaz.

Yani Türkiye mevcut konjonktür içinde üzerine düşeni yaptı diyebiliriz.

Keza bunlara karşın Türkiye, hem Filistin’i savunup hem de İsrail’in yararına olan güvenlik politikalarını uyguladığı gerekçesiyle içte ve dışta birçok kesim tarafından eleştirilmektedir.

Fakat siyaset öyle bir meret ki, “aklın yolu bir değil”. Tek bir doğru yok. Söylemlerinizin ya da gönlünüzün istediği ile eylemleriniz arasında mevcut şartlara göre farklılıklar arz edebilir. Bu durum, "İbni Haldun"un ya da "Machiavelli"nin yüz yıllar önce ortaya koymuş oldukları bir siyaset gerçeğidir.

Tabi kazanan ve kaybedenler skalası daha artırılabilir. Çünkü İsrail-Filistin Sorunu, Ortadoğu’daki tüm meselelerin küçük bir maketi gibidir. Sebebi ise Ortadoğu sorununda bulabileceğiniz tüm etkin aktörler buradadır. Çok aktörlü olunca da, herkese düşen iyi kötü bir rol oluyor. Ve kazanan ile kaybedenler, ince bir çizgi ile birbirlerinden ayrılıyorlar.

Genel çerçeveden bakınca ise, daha dün Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde ordu ile M23 hareketi arasında çıkan silahlı çatışmada 44 kişi hayatını kaybetti. Sri Lanka da iç savaş sonucu ölen insanların sayısı on binleri buldu. Çin ve Uygur Türkleri arasında yaşananlar zaten ortada. Ve daha birçok örnek ekleyebiliriz bu listeye.

Ölmek-öldürülmek her coğrafyada aynı iken, dünya kamuoyunun söz konusu “İsrail ve Filistin olduğunda daha fazla celallenmesinin” en önemli sebebi, işte bu çok parçalı yapıdaki güç ve rol kapma telaşıdır.

Sonuç olarak, saldırıların ardından kazanan bir kez daha İsrail oldu. Fakat Hamas ve Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi içinse netice “şerefli bir mağlubiyet” diyebiliriz. Türkiye ise bu yaşananlardan sonra İsrail’le olan ilişkilerini ve Ortadoğu’da bulunduğu pozisyonu bir kez daha gözden geçirecektir.

Sekiz gün sonunda tek bir kaybeden vardı, o da her zamanki gibi yaşamlarını yitiren insanlar ve onların aileleriydi.

 

Bel altı siyaset!

Bülent Arınç, Meclis kürsüsünde Muharrem İnce için "549 vekil arasında bir tek O'nun taciz dosyası var" dedi.

Ne yazık ki özel hayata dair “CD’ler, ses kayıtları, raporlar, davalar” Türk siyasal hayatının bir geleneği olmaya başladı. Sıkıştığın anda bir tehdit ya da şantaj unsuru olarak kullanılan bir silah haline geldi. Bu kirli siyasetten kaçınmak gerekiyor.

Özel hayatın dokunulmazlığına bir gün herkesin ihtiyacı olabilir.

Bundan dolayı, bu silahı kullanmaya gerek yoktu.

Olmadı Sayın Arınç!