BIST 9.458
DOLAR 32,59
EURO 34,78
ALTIN 2.498,57

3.Milli Kültür Şurası kararları uygulanacak mıymış?!...(1)

Şura’da çok karar olunca, aman kafalar karışmasın, çözümleri kolay…

GÜNCEL/KÖŞE YAZARLARININ DİLİ: 3.Milli Kültür Şurası’nda dile getirilen söylemler ışığında bir kez daha söylemek isteriz ki; bir iletişim Dr. olarak, daha önceki yazılarımızda köşe yazarlarının kullandığı dil ve güzel Türkçe konusunda rahatsızlık duyduğumuzu, onların örnek olmaları gerektiğini yazmış, isimler de vermiştik.  Bir şey değişmiyor; bir araya gelmeyen, birbirini görmeyen kişiler sosyal medya hesapları/köşe yazıları üzerinden saydırıyor…Oysa siyasetçilerin arkasında bir kitle ve oy oranı var? Gazete satışlarının 3 milyonun altına düştüğünü unutmayalım.  Dikkat etmek lazım…Bugün, ekranda sakin ve bilgili izlenimi veren, mahallede saygınlık gören, yazılarını takip etmeye çalıştığım Star Gazetesi yazarı Ahmet Kekeç ve Yeni Şafak Gazetesi yazarı Salih Tuna’nın son yazı başlıklarını olumsuz örnek olarak vermek istiyoruz. A.Kekeç;  “Kamera şakası mısınız lan?”,  “”, “Bitmedi mi bu adamın cezası?, “Teşekkür edelim de... Siz de pek bir oynaksınız birader!”, “Sizin Abdülkadir’iniz de az değil hani!”, “Mal, burası Şili mi?,
Gelelim Şura'ya….
Önce, kamuoyunun; kompleksiz, entelektüel, kültür adamı olarak tanıdığı/saygı duyduğu Bakan  Nabi Avcı'ya teşekkür ederek yazımıza başlayalım.  Ben, yenileyeceği  kadrosu ile kısa zamanda çözümcü olacağını bekliyorum, özellikle devlet  sanatçılarının  özlük hakları konusunda…
Önyargıdan uzak, katılanlarca da paylaşılan görüşlerimi, yapıcı olarak alacaklarından hiç şüphem yok…
“…Nüfusunun % 80'i kentte yaşayan bir ülkeden söz ediyoruz. Ama kent deyince sadece kent merkezi değil artık söz konusu olan. Onun etrafındaki uydukentler büyük nüfuslar barındırıyor. Bu nüfus ne kentli ne köylü. Ne kasabalı ne taşralı. O zaman iki büyük toplum kesiti ve onun biçimlendirdiği farklı kültürel yapılar çıkıyor ortaya. Kent merkezi bambaşka bir kültür üretirken 'mücavir alan' gene kendine özgü bir kültürel üretim içinde. Bir kere bu doğal gerçeğin iyice bilincine varmak gerek.
Bunu bilince de bugünkü kültürün popüler kültürle, kültür endüstrisiyle kurduğu ilişki nasıl olacak, bunları yeniden değerlendirmek zorunlu….İkincisi, 'milli kültür' kavramının bizzat kendisi. Tartışmalı bir kavram 'milli kültür'. Nasıl değerlendirildiği, nasıl düşünüldüğü çok önemli. Bir ülkede üretilen kültürü 'milli' ve 'gayrı milli' diye ikiye ayırmak sorunlu. Hangi kıstaslar belirleyecek bu milliliği veya gayrı milliliği? Bugün çağdaş veya güncel sanat diye bir olgu var dünyada ve Türkiye'de. Hayli etkin, canlı, geniş ve güçlü bir alan. Bunu 'gayrı milli' mi sayacağız, milli mi? Veya edebiyatı nasıl ayıracağız ikiye bu doğrultuda? Bunlara bir üçüncü sorunu ekleyeyim: kültür üretiminin önündeki objektif ve maddikısıtlamalar. Kültür harcamalarından, kültürel tüketimden, kültüre katılımdan alınan KDV bunlardan biri, örneğin. Öbür tarafta kültür merkezleri, kütüphaneler geliyor….”
GİRİŞ…
1989’da 2.si yapılan, merakla beklenen III. Milli Kültür Şurası, Cumhurbaşkanı’nın katılımı ile  başladı. Dağıtılan kitapçığa göre, 2. Gün 17 başlıkta 170 komisyon üyesi sunumları ve sunumların müzakeresi yapıldı, 3.gün sonuç raporlarının müzakeresi, sonra sonuç raporlarının sunum oturumu (Bakan Yard. Hasan Yayman tarafından) ve sonuç raporunun okunması (Bakan tarafından) yapıldı.
Şimdi genel  gözlemlerimizi aktaralım…
Daha, şura başlamadan bir umutsuzluk ki sormayın; "zaten bir şey çıkmaz, boşuna masraf, seçilenler yanlış, hep tanınmış/popüler simalara yer verilmiş v.b." Eski şuraların dikkate alınmaması, bunu da gölgelemeye çalıştı. Haksızda değiller; H. Çelik zamanında MEB Şurası’na çağrılmıştım, orada alınan kararların %10’u uygulanmamıştı. Ama yıl 2017, bir şeylerin değişmesi lazım, inşallah bakan Nabi Avcı utandırır söylenenleri/söyleyenleri!...
 “Çok sayıdaki komisyonun titiz çalışmasının eseri olan raporların , Bakanlığın alacağı kararlara ilham vermesi bekleniyor. 'Bekleniyor' diyorum; çünkü bugüne kadar yapılmış olan şûrâların raporlarından çıkan tekliflerin hayâta geçme oranının son derecede düşük olduğu biliniyor. Bu gerçeğin neticesi olarak, tanık olduğum “off the record “ sohbetlerde bir belirsizlik olduğunu hissetmedim değil. Yâni, nihâyetinde bürokrasinin bildiğini okuyacağından dem vuranları; bunca çabanın çöp olacağı yolunda karamsarlık sergileyenleri işittim…..III. Şûrâ'dan umutlu olmamızı sağlayan husus da tam burada ortaya çıkıyor. Toplantılara hâkim olan genel iklime baktığımda; daha önce tertip edilmiş olan şur'aların menfî neticelerinin idrâkıyla harekete geçildiğini görüyorum. Yâni burada, siyâsal kaygılarla organik bir kültürün nasıl inşâ edileceği; yâni bir kültür mühendisliği fikrinden değil; daha çok düzenleyici, eşgüdümleyici bir ilkeden hareket edildi…Dikkâtimi çeken ve umutlu olmamı sağlayan bir başka husus, oranını bilemeyeceğim ama kültür bürokrasisi içinde vasıfları ve konuya hâkimiyetlerini sergileyen bir ekibin varlığıydı. Meselâ görevli olduğum komisyonda saatler süren sunum ve müzâkerelerin nasıl süzüleceği ve ortak bir rapora nasıl süzülüp yansıtılacağından endişe ediyordum. Bizlere Bakanlığın verdiği becerikli ve dikkâtli bir editoryal kadronun bu işin altından başarıyla kalktığını görmek beni umutlandırdı….”
Komisyonlar ve Başkanları şöyleydi:
Kültür Politikaları (Prof. Dr. A. Haluk Dursun), Kültür Diplomasisi (Prof. Dr. M. Öcal Oğuz), Kültür Varlıkları, Müzeler ve Arkeoloji (Nezih Başgelen), Sahne Sanatları (Prof. Dr. İskender Pala), Sinema-Televizyon (Prof. Dr. Deniz Bayrakdar), Müzik (Dr. Savaş Ş. Barkçin), Görsel Sanatlar (Prof. M. Uğur Derman), Dil ve Edebiyat (Beşir Ayvazoğlu), Yayıncılık ve Kütüphanecilik (Cevat Özkaya), Medya ve Kültür (Ayşe Böhürler), Çocuk ve Kültür (Mustafa Ruhi Şirin), Mimari ve Kültür (Prof. Dr. Suphi Saatçi), Şehir ve Kültür (Prof. Dr. Ümit Meriç), Yerel Yönetimler ve Kültür (Prof. Dr. Şükrü Karatepe), Yurtdışı Türkler ve Kültür (Dr. Adnan Tekşen), Aile ve Kültür (Prof. Dr. Sefa Saygılı)
Genel görüşler; Bakanlık adına organizasyonu yapan, Lorbi PR Şirketi sınıfta kaldı. Çünkü; gönderilen davetiyede genel program dışında hiç bilgi yoktu. Davetiyede kim katılımcı, kim komisyon üyesi belli değildi. Sadece; şuramız var, gelin deniyordu ki, ilgili  kimseler gelmedi!.. İlçe Belediye Kültür Müdürleri dahi görülmedi…Katılımcılar, sorularına cevap alamadılar. Basın bülteni bulunamadı. Oturum başkanı kimdi?, oturumlar kimlerden oluşuyordu? soruları, salona gidip, ilgili oturuma girince cevap bulabildi. Bakanlık mensupları; müze müdürleri, kültür müdürleri, bakanlık personeli adeta çıkarma yapmıştı. 3.gün oturumlarında, katılımcı alınmayacağı söylenmediği için saat 10.00 da gelenler –bakanlık mensupları dahil- ortada kaldı. Bakanlık mensupları, konserlere seyirci desteği vererek işi kurtardı. 17 başlık oturumu fazla olmuş, konular gereksiz ayrılmıştı. Örneğin; “Müzik ve  Sahne sanatları”, “Kültür politikaları ve kültür diplomasisi”, “Şehir ve kültür”  ile “Yerel yönetimler ve kültür” ve “Mimari ve kültür”,  “Dil ve edebiyat ile Yayıncılık ve kütüphanecilik” , “Aile ve kültür” ile Çocuk ve kültür”, “Sinema-Televizyon” ile Medya ve kültür” ayrılmamalıydı. Her hazırlama kuruluna çağrılan üyeye, kırılmasınlar diye başlıklar oluşturulmuştu. Bu isimlerin ihtiyacı varmıydı? derseniz, itiraz etmediklerine göre!...
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, III. Milli Kültür Şurası açış konuşmasını şöyle bitirdi; “Benim sizden ricam: Bize 2023 vizyonumuza uygun, derinliği, gelecek vizyonu olan uygulanabilir bir yol   haritası hazırlayın. Bunu çok iyi çalışın. Biz de bunu çok çalışalım ve uygulama alanına koyalım. Bu şurada uygulanabilir her önerinin bizzat takipçisi olacağımı, bununla ilgili bir heyeti oluşturacağımı burada özellikle açıklamak istiyorum. Burada Milli Kültür Şurası'nı topluyor olmamız da işte bu gayeye yöneliktir. Medeniyetimizden koparsak herşeyimizi kaybederiz. Kültürümüzü kaybedersek yok oluruz. Kimliğimizi, kişiliğimizi, özgürlüğümüzü terkedersek yılların içinde kaybolup gideriz. Her fırsatta; tek bayrak, tek vatan, tek millet, tek devlet diyoruz.”
Cumhurbaşkanı’nın şu sözleri de çok önemliydi; “…Kültür faaliyetleri adı altında milli kültürümüze uymayan etkinlikler konusunda dikkatli olmalıyız. Çağımızın en büyük sorunlarından biri kültürel sığlaşmadır. Hiçbir derinliği ve kalıcılığı olmayan işlerle bir kültür ve medeniyet inşa edilemez. Özellikle gençlerimizi bir ustanın dizinin dibinde oturtarak gerçek sanat ve kültürü öğretmeye teşvik etmeliyiz. Kültürün her alanında birikimlerimizi sahiplenecek çalışmaları ön plana çıkarmalı ve desteklemeliyiz. Televizyon, internet ve özellikle sosyal medyanın kültürümüzü yiyip bitirmesine göz yumamayız….”
Şura açılışından sonra  Bakan Nabi  Avcı yönetiminde 2 oturum yapıldı.
1.Oturum;
Tarihçi, Doç.Dr. İbrahim Kalın (46 yaşında olup, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Genel Sekreter Yardımcısı ) Kalın; "Kültür tanımı gereği dinamiktir. Değişime açıktır. Fakat aynı zamanda da değişimin ilkesini kendi içlerinde barındırır. Bunun ön güzel örneği de insandır. Doğumdan ölüme kadar sürekli değişir ama insan olmaya da devam eder. Kültürel sığlaşma; en önemli sorunlarımız arasındadır… Kültürel otantikliği harekete geçirmeliyiz. Açık ufuk perspektifle dünyaya bakmalıyız. Köklerimiz burada derinlerde olduğunun farkında olmalıyız. Mali'deki çamurdan yapılan cami gibi biz de kültürümüzü yeniden yapmalıyız. Kültür bilincini aşılayacak dersleri ve müfredatları artırmalıyız. Bu konuda hiçbir çalışma yapmıyoruz. Artık bunları işlemeliyiz. Kültür ve sanatta daha fazla destek ve himayeye ihtiyaç var. Burada özel sektörümüze şahıslarımıza büyük görev düşüyor. Üçüncü konu ise Türk kültürün dünyaya açılmasıdır. Evrensel anlamda ürünler geliştirmemiz gerekiyor. Son olarak ise Türkçe konusudur. Türkçe kültür sanat bilim ve uluslararası bir dil olarak yeniden inşa edilmelidir."Kalın; konuşması, içeriği, rahatlığı ve ses tonu ile göz doldurdu. Ekranlarda çok soğuk ve ciddi duran “İ.Kalın’a gülmekte yakışıyormuş” yorumları yapıldı.
Eski siyasetçi, Bakan Hasan Celal Güzel (72 yaşında olup, 1994’te kurduğu Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Başkanı’dır.) Güzel, özetle; "İslam kültürüyle buluştuktan sonra da başka kültürlerle bağlarını kesmemişlerdir. 1923 sonra uygulanan kültür politikaları tamamen yanlıştır. 1.5 yıl boyunca Türk müziği yasaklanmıştır. Birçok konuda yanlış kültür politikası izlenmiştir. Dünyanın en zengin dili Türkçedir. Dile çok önem vermeliyiz. Gençlerimiz Türkçeyi iyi öğrenmelidir. Televizyonlardan bunu öğretmeliyiz. Kültürlü bir nesil yetiştirmek zorundayız. Asımın nesli köylü ve cahil bir nesil değildir." Diyerek, yeni bir şey söylemedi, eski dediklerini tekrarladı. “Dile, müziğimize, sanatımıza sahip çıkalım, kopyadan kurtulalım” sözleri, yeni bir şey değil,  yıllardır dile getiriliyor.
Yazar Alev Alatlı (73 yaşında olup, 2014 Edebiyat alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü aldı) Alatlı; her zamanki gibiydi, fazla anlaşılamadı, yeni bir şey söylemedi. Pardon, hiç aklımıza gelmeyen!, kimsenin düşünemediği! bir cümle kurdu; "Hiçbir kültür boşlukta oluşmaz. Hiçbir kültür o dönemin hâkim kültüründen bağımsız oluşamaz. Artık yepyeni cesur bir dünya var. Kendi kültürümüz kadar başka kültürleri de bilmeliyiz. Dünyayı çok azımız takip ediyor. Daha da azımız bu olayları kontrol edebiliyor" dedi.” İşte Alatlı farkı dedik!, buna yakın cümleleri 2003’te Ankara’da Akademisyenler  sempozyumun  açılışında yine kendisinden dinlemiştim.  Alatlı, Türkiye'nin duruşunu ve uluslararası alanda yaşananları değerlendirdi. Alatlı'nın mevcut tablo için yaptığı; "Dünyanın iyiliği için Türkiye!" vurgusu  yeni değildi, Cumhurbaşkanı bunu yıllardır söylüyordu.
Osmanlı iktisat tarihçisi  Mehmet Genç (83 yaşında olup, 2000’de “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabı ile “Türkiye Yazarlar Birliği” tarafından Fikir Dalında ödüle layık görülmüş, 2001 yılında aynı kitap ile “Aydın Doğan Vakfı” özel ödülünü almıştır.) Genç; kulağı rahatsız olduğu için konuşulanları duymadığını söyleyerek, bazı anekdotlar anlattı. Kısaca;            “Süreklilik ve değişimin kültürün iki önemli vasfıdır. Fakat değişmenin de sınırları vardır. Tam oluşmuşsa ölmüştür. Türkçemiz' de radikal bir dönüşüm yaşamıştır. Tasfiyecilik Türk dilini mahvetmiştir. Türkçeye bilimi sokmalıyız ve kavramlar Türkçe olmalıdır…."  dedi.
2.Oturum:
Eski Bakan Atilla Koç (71 yaşında) şöyle dedi; "…Üniversitelerin drama bölüm mezunları çok, kültür merkezlerimiz çok, ama bu mezunları istihdam etmede sıkıntı yaşıyoruz. Demek ki, Tiyatro Genel Müdürlüğünü yeniden gözden geçirmeliyiz. Çok çirkin şehirlerde yaşıyoruz. Güzel sanatlarımız, bakanlık eliyle şehirleşmeye yol göstermelidir…"Koç’a,  görevdeyken neden değiştirmediniz? diye sorulamadı!....
Hürriyet Gazetesi Yazarı Doğan Hızlan (80 yaşında olup, çok sayıda makalesi vardır.) D.Hızlan, yine bilinmeyen!  açıklamalar yaptı; "dünya küçük bir köy haline dönüştü,onun için yerellik ve evrensellik münferiden değerlendirilemez. Genç kuşağı iyi okumak ve değerlendirmek gerekir. 15-17 yaşında romancılar var. Bu çocuklar o yaştakilerin sorunlarını, hayatını biliyorlar. Biz kültür için bir şey yaparken onları anlamadan dinlemeden yaparsak, o bir işe yaramaz. İnsanlar her çeşit bilgiye internetten ulaşıyor, ama internetteki bilgi çoğu zaman doğruluktan uzaktır. Bu sebeple 7-24 ulaşılabilir kütüphanelerin, semt kütüphaneleri elzemdir.”D.Hızlan; her sanat olayının vazgeçilmez! ismidir.
D.Hızlan'ın yeri –nedense- hala doldurulamamıştır ya da doldurulmasına fırsat verilmemektedir. Dil, edebiyat, kültür,tv  v.b. toplantılarda en öndedir. Görüşleri köşesinden okunabildiği için, ne diyeceğini de tahmin edebilirsiniz?...”
Tarihçi Prof.Dr. İlber Ortaylı (70 yaşında olup, Türk Tarih Kurumu Şeref Üyesi’dir. 2001  tarih dalı  Aydın Doğan Ödülü  dahil, bir çok ödül sahibidir.) Ortaylı; Kültür Bakanlığı'nın içinde Türkiye'nin en eski kurumları var, açılmayan kadrolar var. Ağlaşmak yerine harekete geçmek lazım. New York'a opera vatandaş inisiyatifi ile kuruldu. Haydarpaşa yandığında içimden 'burası ne güzel opera binası olur' demiştim. İstanbullu bekliyor ki kendiliğinden oluşsun. Tembel, öğrenmeye üşenen tenkitsiz bir nesil yetişti. Eğer tüm delikanlılarınız, genç kızlarınız Türkçe dilini konuşamıyorsa siz çoktan kaybetmişsinizdir. Böyle konuşan insan okula alınmaz. Siz medyaya televizyona bozuk dilli insan çıkarıyorsunuz. Siz bu yayınlarla çocuklarınıza dilinizi öğretemezsiniz. Türkiye  bağnaz bir ülke değil, mazide bir Endülüs vardı. Orada insanlar Latince, Arapça, İbranice konuşurdu. Her millet birbirinin dilinde felsefe yapardı. Biz de Endülüs olabiliriz ama önce kendi dilimiz" dedi.
İktisatçı, Araştırmacı, Yazar Prof.Dr. Ahmet Güner Sayar (71 yaşında olup, bir çok makale ve yayını vardır.) Sayar; “kültürel birikimimiz milli cepheye taşımamız gerektiğini belirterek, "Bizim bu topraklardaki maceramızı 2070'e taşıyacaksak önce köklerimize inmemiz lazım. Aileler çocuklarına han hamam bırakıyorlar, ama onlara bu memleketin kültürüne dair ne bırakıyorlar" dedi.
Kısaca;orijinal/yeni  fikirler İ.Ortaylı ve İ.Kalın’dan gelmiş…Konuşmacıların hepsine ülkemiz kültür/sanatına yaptıkları katkılar için saygımız sonsuz. Ancak; İ.Kalın’ı ayırırsak, seçilen/davet edilen konuşmacılara baktığınızda ortalama  yaş 74.3 çıkıyor...
Soru şu; 94 yıllık  Cumhuriyet ve köklü üniversiteler; kültür/sanat/edebiyat alanında popüler kişiler yetiştirmemiş mi!...

Zannetmiyoruz, o zaman;

Ya; yeni yetişenlerden kimsenin haberi yok, çünkü popüler olanlar köşeleri kapmışlar!...
Ya da, ülkeyi idare edenler popüler kültürün etkisi altında, her şey  tv ekranı gibi düşünülmüş!...
Ya da, gençlerin/ödül alanların  önü açılmıyor!...
Ya da; “ben artık yoruldum, şöyle bir isim var, tavsiye ediyorum”  denmiyor!...
Böyle olunca, oturumlarda heyecan yok, yeni bir şey yok, üretim yok, yol gösterme yok…
Peki ne var?
Hala; “olmalı, yapılmalı, edilmeli, kültürümüz çok zengin, dil ve musıki önemli”  v.b. söylemler…
Eeeeee…
Kim  yapacak?!..
Nasıl  yapacak?!.... 
“…Şura, komisyonlar halinde çalıştı. Komisyonların çalışma alanlarıve kozalara istişare maksatlı davet edilen isimler, elbette kamuoyunda merak uyandıracaktır. Hatta Şurada yer alan veya almayan isimler üzerinden eleştiriler de gelecektir. Çalışma komisyonlarının devletçi bir refleksle kültür yönetimini öne alan bir tavırla ihdas edildiğini düşünüyorum mesela. Lakin devlet kendi ihtiyacına binaen bunu böyle tasnif etmiş olabilir. Sanat mevzunu temsil eden komisyonlar kültür içerikli komisyonlara nazaran daha az... Şura'ya çağrılan sanatçılar hakkında da spekülasyonlar oldu. Devletin takdiri değil, kriterleri olur Şura deniyorsa... Hele iş kültür ve sanatsa; ahbaplık, tanıdıklık değil, toplumsal karşılığı olmaklık esas alınmalıdır, ortaya konmuş eserler nelerdir onlara bakılmalıdır...Ama hiç olmazsa, 27 yıl aradan sonra bir Şura kurulabilmiştir, bu bir başlangıçtır... Gelen eleştiriler konusunda hükümetin sabırlı ve açık görüşlü olması gerekir…” Koyu yazılan kısımlar durumu özetlemiş…

Son söz: Her şartta; “Liyakat” önem kazanmazsa, sanatçı  “memur” diye düşünülürse, bir adım yol gidilemez, çünkü;  atılımı yapacak olanlar, sanat insanlarıdır…

Yazımızı, havaların ısındığı/cemrelerin düştüğü bu günlerde,  Cahit Zarifoğlu’nun “Bahar” şiiri ile bitirelim…

Daha dün sesler 
Hatta insan sesleri 
Karın altındaki 
Toprağın içindeki köklerde 

Toprağın altındaki bitki kökleri 
Ne sabırlı bir rüya 
Çektikleri 
Beklerken kesilirken çürürken 

Toprağın dokunulabilir teninde bahar 
Yani şöyle (Dönüş yapıyorum) 
Biz görene dek 
Çiçekler dağlara yamaçlara 
Vurana dek 
Bahar, derisi altında yaşamanın 

Bir inek yayılıyor orda 
Bitkilerin karanlığında 

Bir sümbül 
Yeri hazır 
Gelecekte uzak bir iklimden kelimesi 
Demir bakır 
Tuz granit 
Bütün madenler 
Suyun büyük çeneli ağzında 

- Çalkala 

Bahar 
O sabah 
Hamile bir kurt gibi yürüyor dağlarda 

Azığım koynumda 
Uçuşan rüzgarda 
Bir ipekli fular gibi boynumda 
Bahar 

Bahar 
Celladımızsın sen benim 
Yaydığın etlere bak 

Yeraltında akıyor esintin 
Sesini işitiyorum 
Yüreğimden bir adın daha geçiyor 
Derken 
Serpilip ırmak olacak bir su kalkıyor 
Kımıltısız kuru topraktan 
Düşünüyorum