10 yılda gelen büyük başarının hikâyesi
Günde birkaç yüz “Tık” ile başlayıp bugün milyonları aşan günlük tıklanma sayısını…
Descartes bakın ne diyor:
“Metotsuz olarak bir hakikate varmaktansa hiç varmamak daha iyidir.
Metotsuz kimse, yolunu kaybeden kaptandır; ayağının altındaki
hazineyi görmeden diyar diyar dolaşıp hazine arayan kimse
gibidir.”
İNTERNETHABER’İN İLK ON
YILI
Şoförüm daha önce gelip adres tespiti
yaptığı için sokağı ve ofisi çok iyi biliyordu.
Kadıköy Rıhtım
Caddesine açılan dar
sokaklardan biriydi. Beni kapının önünde aceleyle indirdikten sonra
iş hanının kapısını gösteren şoförüm,
“falanca kat”
deyip hemen direksiyona koştu zira
arkamızda küçük bir minibüs filosu
birikivermişti.
* * *
Han kapısından içeri girdiğimde
merdivenler karanlıktı.
Zili el yordamıyla buldum. Kapıyı
genç bir kız açtı. Kendimi tanıttım:
“Buyurun efendim Hadi Bey de sizi
bekliyor”.
Mütevazı bir ofisti. Daha doğrusu üç
oda bir salon, evden bozma bir işyeri.
Son derecede
ucuz ama zevkli döşenmişti.
İlk anda daha
insana “güven” veriyordu.
Hadi
(Özışık), salonu kendine çalışma odası
yapmış.
Diğer odalara da küçük masalar ve
bilgisayarlar konmuştu.
Ufak ama sevimli bir mutfak
vardı…
* * *
Beni,
başaracağından emin insanlara has güvenli
bir gülümseme ile
karşılayan Hadi kollarını açarak
boynuma sarıldı.
“Hoş geldin
abi”…
“Hoş buldum Hadi. Merdiven
boşluklarını aydınlatması gereken ampuller hariç gerçekten de her
şeyi çok hoş buldum”.
“İş hanı yönetimi ihmal ediyor ama
ben bugün onları taktıracağım”.
“Çok para harcamışsın, inşallah
kazanırsın”.
“Yok abi ya,
350 dolar param vardı
gerisini borçlandım”
* * *
Bu anlattığım olayın geçtiği tarihi
net hatırlamıyorum ama 2000 yılının başları
olmalı.
Aradan
10 yıl geçti.
Geçtiğimiz ay yine
gittim Hadi’yi
ziyarete.
Bu kez
400 metre
karelik
bir gökdelen katında, boğazdan geçen
gemileri seyrettim kahvemi yudumlarken…
Ve…
100
metre karelik yazı işlerindeki bilgisayarlardan birinde yazdım
makalelerimi.
* * *
Bu yazımı yazmaya başlamadan önce
gözlerimi kapadım, düşündüm…
İNTERNETHABER’in
kuruluş gününden bugüne kadar geçirdiği evreleri hatırlamaya
çalıştım…
İlk kez gittiğim o karanlık
merdivenli binadan sonra, Kadıköy Balık Pazarının az üstündeki ofisi…
Kamuoyunda
“Alyans apartmanları”
olarak bilinen eski subay lojmanlarındaki
büyükçe çalışma yerini…
Ve en son taşınılan bu boğaz
manzaralı muhteşem işyerinden önceki
iki katlı, çok şık, çok
temiz ve hatta
çok “al
beni”li
mekânı…
Ve
Hadi’nin ilk başlarda çektiği acıları, çileleri ve elbette
ekonomik zorlukları…
Bugün 35 meslektaşımıza, emekleri
karşılığı iş – aş verme durumuna gelişini…
Ve giderek daha da
gelişmesini…
81 ilde bitmek üzere olan yeni
yapılanmasını…
Günde birkaç yüz
“Tık” ile başlayıp bugün milyonları aşan günlük tıklanma
sayısını…
* * *
Seni seviyorum
kardeşim Hadi…
Hedeflerini
seviyorum…
Gayretlerini
seviyorum…
Dürüstlüğünü
seviyorum…
Gazeteciliğini
seviyorum…
Ve…
Geleceğini
seviyorum…
Ve…
Daha ileri, daha yükseğe, daha emin
adımlarla gitme konusundaki kararlılığını seviyorum…
Tebrikler sevgili
kardeşim…
Erdoğan çok kötü
düşüyor!
Para – Din –
Medya…
Bu üçüne birden hâkim olamayan bir
siyasi partinin Türkiye’de iktidar olması
imkânsız.
Recep Tayyip Erdoğan
en son örnek…
Önce
dindarlığına
inandırdı kamuoyunu.
Sonra
parayı
buldu.
Medya
ise paradan ve güçten yana olduğuna
göre…
* * *
Mecliste temsil edildikleri
halde, 2002 seçimleri
öncesini hatırlıyor musunuz?.
Uğur Dündar
KANAL D’de
Deniz
Baykal’ın karşısına sadece
onu çıkararak “Meclise iki
parti girer işte bunlar” mesajı verirken arkasında Aydın Doğan’ın desteği
vardı…
İktidarının ilk yıllarını
hatırlayın…
Aydın Doğan
o günkü gücüyle nasıl da destek veriyordu
kendisine ve hükümetine…
Hele iş
dünyası…
Onu neredeyse
“Kahraman”
ilân edeceklerdi…
İsrail, geçmişteki
bütün başbakanları silmiş “varsa yoksa Recep Tayyip Erdoğan”
diyordu…
Dünya Musevi lobisi bütün dünyanın
gözü önünde onu “Cesaret
Ödülü” ile taltif
ediyordu…
* * *
Ve bugüne
geleyim…
Önce
Aydın
Doğan’la kopardı
ipleri…
Çünkü artık ona ihtiyacı
kalmamıştı…
Çünkü kendi medyasını
kurmuştu…
Sonra iş dünyası ile kavga
etti…
“Ben varsam siz de varsınız. Hepiniz
beceriksizsiniz, benim ekonomi yönetimindeki başarılarım sayesinde
para kazandınız” diye
fırçaladı onları da…
Çünkü 2002 seçimlerine giderken
şahsen zengindi, bugün ayrıca, iktidarı döneminde yarattığı dolar
milyarderi zenginleri var…
Ve bir
Davos akşamında, İsrail
Cumhurbaşkanı’nı dünyanın
gözü önünde köpeğin bilmem neyine soktu
çıkardı…
O artık
İsrail
ve Batı’nın değil,
fukara, ezilmiş Arap Müslümanlarının
kahramanıydı…
Ve her zaman olduğu gibi orada da
Din, arkasındaki en büyük güçtü…
* *
*
Ama şimdi, eskiden olmayan ama bugün
olan çok kötü alışkanlıkları var:
“İhtirası, öfkesi, despotizm merakı
ve her şeyi bir tek kendisinin bildiğini zannetme
hastalığı”…
Ve artık çıkış bitti, iniş
başladı…
Çıkarken yanlarından hızla geçip
gittiği ve adam yerine bile koymadığı kişilere rastlayacak
inerken…
Kimine elini uzatacak tutmak için,
kimine kolunu uzatacak tutunmak için…
Ama nafile…
Çünkü dip yapmadan duruşu olmayan bir
düşüş bu!.
8. madde geçseydi BDP
kapatılacaktı
Cristoph Colomb,
yola çıktığında hedefinde
“Amerika”
kıtası yoktu. O, dünyanın yuvarlak
olduğunu, “hep batıya
gidersem, doğuya ulaşırım” tezini kanıtlayarak göstermek istiyordu.
Yani hiç kimse
“çıktığı yol yanlıştı”
diyemez..
Ama bugün, Anayasa değişikliği
paketindeki 8. Maddenin düşürülmesini eleştirenler doğru bir hedefe
sahip olsalar bile çıktıkları yol ve gittikleri yön
yanlış...
* * *
Neden mi?..
O halde
örnekleyeyim…
Diyelim ki mecliste şöyle bir kanun
görüşülüyor:
“Erkekler her türlü cinsel özgürlük
hakkına sahiptir. Bir erkek cinsel özgürlüğünü aynı apartmanda
oturduğu kadınlardan biri üzerinde kullanırsa, yargılama cinsel
özgürlüğünü kullanan kişinin ailesi tarafından
yapılır.”
* * *
Böyle bir değişiklik için ayağa
kalkar ve “olmaz!..
Saldırgan bağımsız mahkemede yargılanmalı”
diye itiraz ettiğiniz zaman karşınıza
geçip sizi “sen cinsel
özgürlük düşmanısın” diye
azarlıyorlar…
Nasıl anlatsanız ki karşı olduğunuz
şey cinsel özgürlük değil, ailenizden birinin ırzına geçilme
özgürlüğüdür…
Ve…
Saldırganın kendi ailesi tarafından
yargılanarak suçlu ya da suçsuz olduğuna karar verilecek
olmasıdır...
Gelin, Anayasa değişikliği
paketindeki 8.
Maddeye bir de bu açıdan
bakın.
O zaman maddenin lehinde oy
kullanmayan BDP’ye hak
vereceksiniz.
Ali Bulaç’tan
tercüme
Ali Bulaç, Balçiçek
Pamir’e şöyle
demiş:
“Aslında ben burada
AK
Parti’nin o, yelpazeyi çok
geniş tutan felsefesinin de sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.
Kırkambar yapmamak lâzım. O siyasi felsefeyi özünde benimsememiş
kimseler partiye kolaylıkla alındı.”
* * *
Tercüme
ediyorum;
“Ak Parti;
Liberal
demokratlardan, milliyetçilerden, ulusal
solculardan
ve merkez
sağcılardan
arındırılmalı, Milli
Görüş gömleğini
giyip, SP
ile birleşmelidir…”
Durun hele…
Başbakan
Erdoğan,
Ak Partili
milletvekillerini ağlatmış.
Hele durun yahu bu ne
acele?.
Önümüzdeki süreçte
daha çoook
ağlayacaksınız!..
Hayt, tayt!.
Burhan Kuzu, Kamer
Genç’in üstüne yürüyüp
bağırmış: “Haaayt!”
Kızdırmayın
Genç’i, sulatır çiçekleri, giydirir adama
tayt!..
Meslektaşmışlar!..
Viyanalı ünlü aktör
Girardi,
tiyatrosunun kapısında oturmuş
güneşleniyordu.
O zamana kadar zar – zor geçindiği
bilinen bir figüran şarkıcı kız, şaşırtıcı bir biçimde lüks bir
arabadan indi. Üstünde düğmeleri iliklenmemiş çok pahalı bir kürk
ve içinde dikkat çeken çok kaliteli bir elbise
vardı.
Girardi’ye
“selâm meslektaşım”
dedi.
Ünlü aktör, genç şarkıcı kızı tepeden
tırnağa süzdü:
“Meslektaş mı?.. Yoksa ben de mi
orospu oldum?”