BIST 9.645
DOLAR 32,56
EURO 34,87
ALTIN 2.432,20

10 yılda gelen büyük başarının hikâyesi

Günde birkaç yüz “Tık” ile başlayıp bugün milyonları aşan günlük tıklanma sayısını…

 
Descartes bakın ne diyor: “Metotsuz olarak bir hakikate varmaktansa hiç varmamak daha iyidir. Metotsuz kimse, yolunu kaybeden kaptandır; ayağının altındaki hazineyi görmeden diyar diyar dolaşıp hazine arayan kimse gibidir.”
 
 
 
İNTERNETHABER’İN İLK ON YILI
 
Şoförüm daha önce gelip adres tespiti yaptığı için sokağı ve ofisi çok iyi biliyordu. Kadıköy Rıhtım Caddesine açılan dar sokaklardan biriydi. Beni kapının önünde aceleyle indirdikten sonra iş hanının kapısını gösteren şoförüm, “falanca kat” deyip hemen direksiyona koştu zira arkamızda küçük bir minibüs filosu birikivermişti.
 
                            * * *
 
Han kapısından içeri girdiğimde merdivenler karanlıktı.
Zili el yordamıyla buldum. Kapıyı genç bir kız açtı. Kendimi tanıttım:
“Buyurun efendim Hadi Bey de sizi bekliyor”.
 
Mütevazı bir ofisti. Daha doğrusu üç oda bir salon, evden bozma bir işyeri.
Son derecede ucuz ama zevkli döşenmişti.
İlk anda daha insana “güven” veriyordu.
Hadi (Özışık), salonu kendine çalışma odası yapmış.
Diğer odalara da küçük masalar ve bilgisayarlar konmuştu.
Ufak ama sevimli bir mutfak vardı…
 
                            * * *
 
Beni, başaracağından emin insanlara has güvenli bir gülümseme ile karşılayan Hadi kollarını açarak boynuma sarıldı.
“Hoş geldin abi”…
“Hoş buldum Hadi. Merdiven boşluklarını aydınlatması gereken ampuller hariç gerçekten de her şeyi çok hoş buldum”.
“İş hanı yönetimi ihmal ediyor ama ben bugün onları taktıracağım”.
“Çok para harcamışsın, inşallah kazanırsın”.
“Yok abi ya, 350 dolar param vardı gerisini borçlandım”
 
                            * * *
 
Bu anlattığım olayın geçtiği tarihi net hatırlamıyorum ama 2000 yılının başları olmalı.
Aradan 10 yıl geçti.
Geçtiğimiz ay yine gittim Hadi’yi ziyarete.
Bu kez 400 metre karelik bir gökdelen katında, boğazdan geçen gemileri seyrettim kahvemi yudumlarken…
Ve…
100 metre karelik yazı işlerindeki bilgisayarlardan birinde yazdım makalelerimi.
 
                            * * *
 
Bu yazımı yazmaya başlamadan önce gözlerimi kapadım, düşündüm…
İNTERNETHABER’in kuruluş gününden bugüne kadar geçirdiği evreleri hatırlamaya çalıştım…
İlk kez gittiğim o karanlık merdivenli binadan sonra, Kadıköy Balık Pazarının az üstündeki ofisi…
Kamuoyunda “Alyans apartmanları” olarak bilinen eski subay lojmanlarındaki büyükçe çalışma yerini…
Ve en son taşınılan bu boğaz manzaralı muhteşem işyerinden önceki iki katlı, çok şık, çok temiz ve hatta çok “al beni”li mekânı…
Ve Hadi’nin ilk başlarda çektiği acıları, çileleri ve elbette ekonomik zorlukları…
Bugün 35 meslektaşımıza, emekleri karşılığı iş – aş verme durumuna gelişini…
Ve giderek daha da gelişmesini…
81 ilde bitmek üzere olan yeni yapılanmasını…
Günde birkaç yüz “Tık” ile başlayıp bugün milyonları aşan günlük tıklanma sayısını…
 
                            * * *
 
Seni seviyorum kardeşim Hadi…
Hedeflerini seviyorum…
Gayretlerini seviyorum…
Dürüstlüğünü seviyorum…
Gazeteciliğini seviyorum…
Ve…
Geleceğini seviyorum…
Ve…
Daha ileri, daha yükseğe, daha emin adımlarla gitme konusundaki kararlılığını seviyorum…
Tebrikler sevgili kardeşim…
 
 
Erdoğan çok kötü düşüyor!
 
Para – Din – Medya…
Bu üçüne birden hâkim olamayan bir siyasi partinin Türkiye’de iktidar olması imkânsız.
Recep Tayyip Erdoğan en son örnek…
Önce dindarlığına inandırdı kamuoyunu.
Sonra parayı buldu.
Medya ise paradan ve güçten yana olduğuna göre…
 
                            * * *
 
Mecliste temsil edildikleri halde, 2002 seçimleri öncesini hatırlıyor musunuz?.
Uğur Dündar KANAL D’de Deniz Baykal’ın karşısına sadece onu çıkararak “Meclise iki parti girer işte bunlar” mesajı verirken arkasında Aydın Doğan’ın desteği vardı…
İktidarının ilk yıllarını hatırlayın…
Aydın Doğan o günkü gücüyle nasıl da destek veriyordu kendisine ve hükümetine…
Hele iş dünyası…
Onu neredeyse “Kahraman” ilân edeceklerdi…
İsrail, geçmişteki bütün başbakanları silmiş “varsa yoksa Recep Tayyip Erdoğan” diyordu…
Dünya Musevi lobisi bütün dünyanın gözü önünde onu “Cesaret Ödülü” ile taltif ediyordu…
 
                            * * *
 
Ve bugüne geleyim…
Önce Aydın Doğan’la kopardı ipleri…
Çünkü artık ona ihtiyacı kalmamıştı…
Çünkü kendi medyasını kurmuştu…
Sonra iş dünyası ile kavga etti…
“Ben varsam siz de varsınız. Hepiniz beceriksizsiniz, benim ekonomi yönetimindeki başarılarım sayesinde para kazandınız” diye fırçaladı onları da…
Çünkü 2002 seçimlerine giderken şahsen zengindi, bugün ayrıca, iktidarı döneminde yarattığı dolar milyarderi zenginleri var…
Ve bir Davos akşamında, İsrail Cumhurbaşkanı’nı dünyanın gözü önünde köpeğin bilmem neyine soktu çıkardı…
O artık İsrail ve Batı’nın değil, fukara, ezilmiş Arap Müslümanlarının kahramanıydı…
Ve her zaman olduğu gibi orada da Din, arkasındaki en büyük güçtü…
 
* * *
 
Ama şimdi, eskiden olmayan ama bugün olan çok kötü alışkanlıkları var:
“İhtirası, öfkesi, despotizm merakı ve her şeyi bir tek kendisinin bildiğini zannetme hastalığı”…
Ve artık çıkış bitti, iniş başladı…
Çıkarken yanlarından hızla geçip gittiği ve adam yerine bile koymadığı kişilere rastlayacak inerken…
Kimine elini uzatacak tutmak için, kimine kolunu uzatacak tutunmak için…
Ama nafile…
Çünkü dip yapmadan duruşu olmayan bir düşüş bu!.
 
 
 
8. madde geçseydi BDP kapatılacaktı
 
Cristoph Colomb, yola çıktığında hedefinde “Amerika” kıtası yoktu. O, dünyanın yuvarlak olduğunu, “hep batıya gidersem, doğuya ulaşırım” tezini kanıtlayarak göstermek istiyordu.
Yani hiç kimse “çıktığı yol yanlıştı” diyemez..
Ama bugün, Anayasa değişikliği paketindeki 8. Maddenin düşürülmesini eleştirenler doğru bir hedefe sahip olsalar bile çıktıkları yol ve gittikleri yön yanlış...
 
                            * * *
 
Neden mi?..
O halde örnekleyeyim…
Diyelim ki mecliste şöyle bir kanun görüşülüyor:
“Erkekler her türlü cinsel özgürlük hakkına sahiptir. Bir erkek cinsel özgürlüğünü aynı apartmanda oturduğu kadınlardan biri üzerinde kullanırsa, yargılama cinsel özgürlüğünü kullanan kişinin ailesi tarafından yapılır.”
 
                            * * *
 
Böyle bir değişiklik için ayağa kalkar ve “olmaz!.. Saldırgan bağımsız mahkemede yargılanmalı” diye itiraz ettiğiniz zaman karşınıza geçip sizi “sen cinsel özgürlük düşmanısın” diye azarlıyorlar…
Nasıl anlatsanız ki karşı olduğunuz şey cinsel özgürlük değil, ailenizden birinin ırzına geçilme özgürlüğüdür…
Ve…
Saldırganın kendi ailesi tarafından yargılanarak suçlu ya da suçsuz olduğuna karar verilecek olmasıdır...
Gelin, Anayasa değişikliği paketindeki 8. Maddeye bir de bu açıdan bakın.
O zaman maddenin lehinde oy kullanmayan BDP’ye hak vereceksiniz.
 
 
 
Ali Bulaç’tan tercüme
 
Ali Bulaç, Balçiçek Pamir’e şöyle demiş:
“Aslında ben burada AK Parti’nin o, yelpazeyi çok geniş tutan felsefesinin de sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Kırkambar yapmamak lâzım. O siyasi felsefeyi özünde benimsememiş kimseler partiye kolaylıkla alındı.”
 
                            * * *
 
Tercüme ediyorum;
“Ak Parti; Liberal demokratlardan, milliyetçilerden, ulusal solculardan ve merkez sağcılardan arındırılmalı, Milli Görüş gömleğini giyip, SP ile birleşmelidir…”
 
 
 
Durun hele…
 
Başbakan Erdoğan, Ak Partili milletvekillerini ağlatmış.
Hele durun yahu bu ne acele?.
Önümüzdeki süreçte daha çoook ağlayacaksınız!..
 
 
 
Hayt, tayt!.
 
Burhan Kuzu, Kamer Genç’in üstüne yürüyüp bağırmış: “Haaayt!”
Kızdırmayın Genç’i, sulatır çiçekleri, giydirir adama tayt!..
 
 
 
 
Meslektaşmışlar!..
 
Viyanalı ünlü aktör Girardi, tiyatrosunun kapısında oturmuş güneşleniyordu.
O zamana kadar zar – zor geçindiği bilinen bir figüran şarkıcı kız, şaşırtıcı bir biçimde lüks bir arabadan indi. Üstünde düğmeleri iliklenmemiş çok pahalı bir kürk ve içinde dikkat çeken çok kaliteli bir elbise vardı.
Girardi’ye “selâm meslektaşım” dedi.
Ünlü aktör, genç şarkıcı kızı tepeden tırnağa süzdü:
“Meslektaş mı?.. Yoksa ben de mi orospu oldum?”